Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii ve Kültür Merkezi
Hilmi Şenalp, Altunizade İstanbul'da, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde bulunan cami ve kültür merkezi projesini anlatıyor:Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii, Üniversitenin Üsküdar Bağlarbaşı’ndaki yerleşkesi içinde yer almaktadır. Bağlarbaşı Semti Üsküdar ve Kadıköy gibi önemli merkezler ile Boğaziçi Köprüsü’ne yakınlığının yanı sıra son yıllarda toplu ulaşımda kavşak noktası haline gelmiştir. Bu bağlantıları sağlayan iki önemli akstan biri Cami’nin üzerinde bulunduğu Mahir İz Caddesi, diğeri bağlantılı olduğu Nuhkuyusu Caddesi’dir. Yapımı devam eden Üsküdar - Ümraniye metro hattının da önemli duraklarından birisi olacaktır. Hemen yanındaki Capitol Alışveriş Merkezi ve yakın çevresinde gelişmiş bulunan Merkezi İş Alanı’nın oluşturduğu yoğunluk nedeniyle vakit namazlarına devam eden cemaat sayısı oldukça fazladır. Karacaahmed Mezarlığı’na yakın olması nedeniyle sık sık geniş katılımlı cenaze namazlarının da kılındığı İstanbul’un en yoğun kullanılan camilerinden biridir.
Marmara İlahiyat Camii önündeki meydanı ve altındaki kültür merkeziyle beraber yaklaşık 30.000 m2'lik inşaat alanına sahiptir. Kültür merkezi bütünüyle bünyesinde; dershaneler, konferans salonu, sergi alanları, kitap kafe ve sinevizyon odalarını ihtiva eden sosyal hayata ait bir çekim merkezi olarak düşünülmüştür. Cami 4500 kişilik cemaat kapasitesine sahiptir.
Temel tasarım konularından biri; ibadethane yapısı olarak en geniş manada dışa açık olma zarureti ile üniversite yerleşkesi kapsamında olmasının getirdiği sınırlamaların ortaya çıkardığı problemlerdi. Ana ibadet mekanına erişim Mahir İz Caddesi cebhesinden çıkılan geniş bir ön avlu üzerinden sağlanmaktadır. Bu avlu aynı zamanda cenaze namazları için kullanılacaktır. Avluda alt katlara erişimi sağlayan sirkülasyon araçları yanı sıra bir de açık şadırvan bulunmaktadır.
Onikigen planlı, betonarme altyapı üzerine çelik konstrüksiyon olarak inşa edilen cami; 12 adet çelik taşıyıcı üzerine oturtulan 35 m çapında ve 35 m yüksekliğinde merkezi kubbe, özel geometrik yapısına uygun birleşim detayları ile kademe kademe yükselmektedir. Taşıyıcı kolonlar , tasarımda yer alan ve gelenekte geçiş formu olarak kullanılmış olan Türk üçgeni formuna uygun olarak bir araya getirilen çelik kirişler ile kubbe cidarına bağlanmaktadır. Bu kısımda yer alan ana çelik kirişe ise, kubbeyi oluşturan çelik yay omurga kirişleri oturmaktadır. Omurga kirişleri üzerinde, içten ve dıştan mimari tasarıma göre şekillendirilen, yapı fiziği etkenleri ve uygulama detaylarının titizlikle irdelenmesi sonucu son halini alan basamaklı helezon yapı yer almaktadır. En tepede geleneksel geçiş öğesi mukarnastan esinlenerek tasarlanmış, paslanmaz çelik ve camdan müteşekkil bir ışıklık bulunmaktadır. Paslanmaz çelik karkas ve cam kaplama olarak yapılan prizmatik ana kubbe alemi dıştan bu ışıklığa oturmaktadır.
Mimari uslub nasıl olursa olsun anlam ve önemi değişmeyen mihrab, minber ve kürsü bütünlük içinde tasarlanmış olup, doğal taştan üretilmiştir. Geleneksel sanatlarımızın en nadide motifleri geometrik, rumi ve hatai desenler olarak bir araya gelmiş, cami mekanını taçlandırmıştır. Halı da bu bütünlüğe uygun renk ve desenlere sahip bir zemin teşkil etmektedir.
Cami içerisinde farklı kısımlarda yer alan hat yazıları; hem anlamları ve verdiği mesajlar itibariyle, hem de gelenekteki kullanışına uygun olarak yalnızca bir bezeme unsuru değil, mimari ile bütünleşmiş , onun etkisini güçlendirici bir mahiyette tasarlanmış ve kullanılmıştır.
Meydan ve cadde kotu altında kalan 4 katlı yapı betonarme olarak uygulanmıştır. Bu kütlede; geniş açıklıkları barındıran fuaye tavanı, klasik mimarimizde daha çok mermer şebeke olarak kullanılan geometrik desenler esas alınarak tasarlanan özel çelik kirişlerle geçilmiştir. Bu katın üzerinde ise camii yer almaktadır. Fuayede, doğal taş ve el işçiliği ise desenlendirilmiş, çiniler ile renklendirilmiş duvar kaplamaları yer almaktadır. Tavan kaplamalarında geometrik desene altlık oluşturan çelikler ve yıldız tavan formu ile aynı zamanda aydınlatmayı da sağlayan modüller, cam elyaf takviyeli alçı paneller ile kaplanmıştır. Yine fuayede yer alan kaskatlı havuz, geometrik desenin açılımı ile döşemede şekil bulmuş, üç boyuttan iki boyuta indirilerek döşeme seramiklerinde devam ettirilmiş ve mekan ile suyun sesi birleştirilmiştir.
270 kişilik kapasitesi ile özel programlara ev sahipliği yapan konferans salonu, geleneksel motiflerden stilize edilmiş desenlerin üç boyuta kaldırılmasıyla kurgulanmış, akustik akçaağaç paneller ve akustik kumaşların bitiş elemanı olarak kullanılmasıyla nihai haline getirilmiştir.
Marmara İlahiyat Fakültesi Camii, klâsik mimarlık geleneğimizin, bugünün diliyle bir yorumu olarak tasarlanmıştır. Kubbe tasarımında; makro ölçekten mikro ölçeğe kâinatın bütününde yer alan dönüş hareketini esas alan projede; parçadaki bütün ve bütündeki parça kavramlarının tabiattaki örnekleri olan nautilus formu, galaktik helezonlar gibi fraktal yapılarla en az 1000 yıllık geçmişe sahip geleneksel kırlangıç tavan yapı tekniği birleştirilmiştir. Cami mimarlığında geleneğin sürdürülmesi ve yeniden üretilmesi amacıyla soyutlanması, üslûplaştırılması ve yorumlanması açısından yeni bir ufuk arayışı ortaya konulmuştur.
1980’lerde inşa edilmiş ve yapılan testler neticesi statik olarak güvenli olmadığı gerekçesiyle yıkılan Cami’nin yerine yeni bir Cami yapılması söz konusu olduğunda gündeme gelen ilk husus Cami’nin üslubu olmuştur. Ülkemizde Cami Üslubu üzerine tartışılırken maalesef ideolojik bakış gerçeklere tercih ediliyor. Bir taraf geleneğe karşı yeniliği savunurken Cami’nin kullanıcısı olanların hissiyatını göz ardı etmekte, diğer taraf geleneğe sahip çıkma adına şekilci bir bakışa saplanıp kalmakta, o şekli ortaya çıkaran fikri, medeni ve kültürel arka planı ıskalamaktadır.
Cumhuriyet döneminde mimarlık camiası akademik ve entelektüel düzeyde Cami Mimarisi’ne sırtını döndü ve görmezden geldi. Bunun sonucunda gelenekle irtibat koptuğu gibi yeni bir şeyler de söylenemedi. Böylece sahipsiz kalan konu hangi ellerde neye dönüştü herkesçe malum. Aynı akademik ve entelektüel çevrenin bu kayıtsızlığına karşılık, geleneği keşfetme ve yeniden üretme çabalarını tenkid konusunda şahin kesildiği görülmektedir. Kamuoyunda tamamen anlamsız ve ideolojik temelli bir "klasik cami - modern cami” tartışması başlamıştır.
Tasarım, aynı zamanda kamuoyundaki bu "klasik cami - modern cami" ikilemine ve tartışmasına da bir cevap verme kaygısı taşır. Klasik, eskimeyen yenidir, oysa “moderniteyi özgün yapan niteliklerinden biri devamsızlık özelliğidir” (Modernliğin Sonuçları_Anthony Giddens). Cami Mimarisi, ya klasik olur veya klasiğin ruh ve mana köküne bağlı, yorumlanmış uslûblaşmış, sadeleşmiş bir tarzda olur. Bu tarzda yapılan bir camiye hiçbir zaman modern cami denemez. Modernlik işlevselliği ön plana çıkarır. Cami yapısı ise işlevinden çok simgesel özellikleriyle ön plana çıkar. Bu anlamda “Modern cami” olamaz, Geleneğin ve manevi/sembolik değerlerin iyi yorumlandığı veya kötü yorumlandığı Cami denilebilir. Çünkü Modernite günümüzdeki anlamı ve haliyle materyalist batı medeniyetinin eşyaya bakışının, âlem idrakinin, eşyaya çarpık ontolojik ve entelektüel yaklaşımının adıdır, daha doğrusu yeni dünya düzeninin adı konmamış yeni dinidir. Bu dinin vatanı dünya, ilahı para, ahlak ve adalet anlayışı kanunların müsaade ettiği doğrular, sermayesi insandır, dolayısıyla harcanan insanlıktır. Herkesin “Modernitesi” taklit değil kendi değerlerinden hareketle, “kendine göre” olmalıdır. Klasik Osmanlı mimarisinde ifadesini bulmuş olan sadeleştirilmiş sanat dediğimiz anlayış, nasıl bir değerler manzumesine sahip olduğumuzun en büyük delilidir. Klasik, sivil ve dini mimarimizin mimari unsurlarını doğru yorum ve anlayışlarla üslûplaştırıp, stilize edebilirsek, şahsiyetimizi, köklülük ve yerliliğimizi kaybetmeden yeni bir telifle sadeleştirilmiş sanatın en güzel örneklerini verebiliriz. Bu husus klasiği ve köklülüğü kaybetmeden 1400 yıllık miras ve muktesebatla bugünün şartlarında yeniden üretebilme ve yeni yüz ortaya koyma keyfiyetidir. Çünkü mimariden minyatüre ve ebrudan tezyinata, hat sanatına kadar uzanan klasik sanatların özünde, üsluplaştırmanın stilizasyonun diyalektik dinamiği mevcuttur. Sadece ana yapıda değil, bütün mimari ve inşaî unsurlarda bu husus gözetilmiştir.
Altunizade İlahiyat Fakültesi Camii’nde, geleneğimizdeki bu diyalektik dinamik, günümüz malzeme ve teknikleri kullanılarak değerlendirilmeye çalışılmıştır. Öncelikle zemin altındaki kotlarda bulunan ciddi büyüklükteki kültür merkezi üstünde, camiyle kıble istikametinde aksiyel irtibatı olan, yoğun trafikten yalıtılmış meydan hüviyetinde geniş bir alan düşünüldü. Camide kullanılan kırlangıç tavan tekniği, Orta Asya’daki Pamir Yaylası'ndan, Erzurum, Sivas, Kırşehir başta olmak üzere Orta Anadolu’ya kadar süreklilik arz eden kadim bir yapı tekniğidir. İslâm’ın özündeki “vahdette kesret, kesrette vahdet” yani birlikte çokluk, çoklukta birlik mefhumunu en iyi simgeleyen bu teknik, ahşap parçaların üst üste bindirilmesiyle oluşan bir tavan sistemidir. Marmara İlahiyat Camii projesi bu sistemin yanında Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde çokça kullanılan bir geometrik geçiş öğesi olan Türk üçgenlerinden esinlenilerek tasarlanmıştır.
İslami yapıtlar veren mimarlar dinlerini, inşa ettikleri binalar üzerine hem mecâzi hem de gerçek anlamda yazıyorlardı. (Mutluluğun Mimarisi_ Alain De Button)
Cami cidarı külliyen kâinatın sembolüdür. Kubbedeki girift 3 adet şeffaf helezon, aynı zamanda tevhid idrakinin üç mertebesi olan “efal, sıfat ve zât”a atıftır. Ariflerin tarifiyle “Allah ef’aliyle zâhir, esma ve sıfatıyla mâlum ve muhit, zatıyla mütecellidir”. Yani fiilleriyle ortaya çıkan, isimleri ve sıfatlarıyla bilinen ve kuşatan, zatıyla da yarattıkları üzerinde görünendir. Eşya ve varoluşa ait bu estetik telakki, Hak ve hakikatin eşyada nasıl tecelli ettiğinden hareketle, Allah'ın kâinat kitabındaki her bir ayetinin ve tecellisinin, cemâl, celâl ve kemâl şeklinde üç boyutlu olduğunun ifadesidir. Bu sebeple Esma-ı Hüsna (Allah’ın güzel isimleri) kuşak yazısı olarak bütün bina cidârını kuşatır.
Geleneksel cami mimarimizin temelindeki merkezî mekân kurgusunu ve mekânda vahdet fikrini devam ettiren bu proje, modern değil; her unsuruyla klasik yapı mirasımızın bir yorumudur. Işık ve gölgenin mekâna tesirini gözeten şeffaflıkla, iç-dış birliğini sağlayacak şekilde, klasik mimaride olduğu gibi dışarıdan içerisi, içeriden de dışarısı net bir şekilde okunabilmektedir.
Osmanlı mimarisindeki minareler, minare mimarisinin şahikası olup, en güzel ve en mükemmel şeklini yakalamıştır. Biz bunu bu günün diliyle yorumlayarak, minarede “Lafzatullah ve kaleme”, şerefede ise “mim” harfine atıfla, oryantalizme düşmeden farklı ve yeni bir tarz ortaya koymaya çalıştık. Osmanlı mimarisinin ahenk ve tenasübüyle bugünün malzeme ve teknik imkanları mezcedilerek malzeme-biçim ilişkisine farklı bir yorum ve boyut getirilmiştir. Bu nisbet ve ahengi sağlamak için, bütün ölçülendirmelerde "metrik sistem" değil, en küçük birimi "örümcek teli" olan "arşın" kullanılmıştır. Meselâ onikigenin oturduğu dairenin çapı ve kubbe yüksekliği 45, minare yüksekliği 66 arşındır. 45 eski alfabemizdeki "Adem" kelimesinin, 66 ise "Allah" lafzının ebced değeridir.
Bu külliye; 300 yıldır yavaş yavaş nüfuz eden batılılaşmayla kendi değerlerinden kopuş ile modernitenin getirdiği köksüz ve ruhsuz yeniliklerden sonra, kendi değerlerimiz ile estetiğimizden kopmadan, evrensel ile yerli ve milli olanın buluşmasıdır. Geleneği içinden okuyarak, doğru yerellik, yerlilik ve sahih millilikten taviz vermeden, aynı zamanda nasıl evrensel de olunabileceğinin arayışı ve bütün bunları gözeterek yeni bir estetik üretebilmenin sancısıdır. Yaptığımız; 250 yıllık batılılaşma gafletinden sonra “evrensel ve küresel normları” sorgulayarak, aslında çelik ahşap ve cam gibi yeni malzemeleri yorumlayarak, yerliliği sahih bir tarzda meczederek, geleneğe doğru bir atıfla köklü medeniyet tecrübemize doğru bir halka eklemektir.
Sahih İslamî telakkîde "sanat yapılmaz, insanın zaman ve mekanla şekillenen hayatı içinde yaşanır".